Adem KALIN – Yazılım Mühendisi

Yeter Artık… Yeter… Yeter…

Şikayetçiyim…

İnsanlardan, ülkemden, düzenden, yöneticilerden, alimlerden… Herkesten şikâyetçiyim. Kardeşi kardeşe düşman edenlerden, aynı aile içinde olanları bile ideolojiler uğruna, kendi çıkarları uğruna bölenlerden şikayetçiyim. Kendi gibi düşünmüyor diye karşısındakini hain, yobaz, kâfir, terörist görenlerden şikayetçiyim. Çalanlardan, çalanı kollayanlardan, huzurumuzu çalanlardan… Tek doğru kendini bilenlerden, doğru bildiğini söylemekten korkan ödleklerden… Herkesten şikayetçiyim.

Çok sıkıldım oluşturulan suni gündemlerden, iki yüzlülüklerden, önden yüze gülüp arkadan iş çevirenlerden, herşeyi göre göre onlara destek verenlerden. Her cümleyi “AMA” larla bölerek kendince kılıflar bulanlardan. Ülkemin yakın-uzak geleceği adına bütün hayallerime -afedersiniz ama- tecavüz edenlerden.

Ve bu satırların “Vatanını çok seven bir gencin veda mektubu” başlığını almaması için son derece içten, samimi duygularımı belirtmek istiyorum.

Neden mi?

Çünkü bir zamanlar az ama bereketli rızkıyla, ailesiyle beraber olduğu müddetçe mutlu olan insanlardık. Sokaktaki hayvana dahi saygı gösterir, onların yaralarını sarmaya çalışırdık. Bir turist bile birşey sorsa kendi vatandaşımız gibi önce karnı aç mı tok mu merak eder, elimizdeki imkanlar ölçüsünde misafirperverlik yapardık. Sokakta ağlayan bir çocuk görsek derdi ne diye koşar, başını sıvazlardık. Büyüğümüz geçerken saygı duyar, gerekirse ayağa kalkardık, sigara içen sigarasını bile saklardı.

Herkes amcamız, teyzemizdi. Bakkal yada kasap amcanın defterine yazdırıp birşeyler alabilirdik. Iphone umuz, Androidimiz yoktu, onlardan her halta trip attığımız facebook umuz, twitter ımız yoktu. Vatan için birşeyler yapacaksak akıllı telefonlarımızın başına değil, asker ocağına koşardık. Annelerimize, babalarımıza “Offff” yoktu, “Anneye offf bile denmez” vardı.

Ekranlarda Fatmagüller, Behlüller yoktu, Şabanlar, Güdükler vardı. Rakibe ana avrat küfretmek değil, 3 korner = 1 penaltı vardı. Evet belki cebimizde çok para yoktu ama mutluluğumuz vardı. Ailemizle, akrabalarımızla komşularımızla, çevremizle mutluyduk.

Peki ya şimdi?

Köy kahvesinde bile ülke yıkılıp ülke kurulur oldu. En üst tabakasından en alt tabakasına kadar toplumun her kesiminde siyasetten anlamayan hiç yok. Herkesin bir fikri var ve bunun karşılığında da karşısında da bir düşmanı(!), bir hasmı var.

Herkes hain..
Herkes terörist..
Herkes komplocu..
Herkes ajan..
Herkes uşak..
Herkes çapulcu..
Herkes inançsız..
Herkes şeriatçı..

Ne olursa olsun “En doğru benim” diyen insanlar var bütün çevremizde. “Ya acaba onun düşüncesini de bi dinlesem mi” diyebilmek büyük bir fedakarlık. Artık “Herkes benim yaşantıma uymalı”. “Bana uymuyorsa o yanlıştadır.” Köşe başında bir kavga var, biri almış eline ekmek bıçağını, saplıyor karşısındaki “Düşmanının(!)” böğrüne. Niye, “Çünkü yan baktı” veya “Reisime(!) laf söyledi” veya “Bana yol vermedi, kornaya bastı”. O zaman “Aman elleme, başına bela olur”.

Bir zaman, devletin bi başı öbürüne kitapçık fırlattı, devalüasyon oldu, kriz oldu, esnaf başbakanına yazarkasa fırlatır duruma geldi, olan vatandaşa oldu. Başörtülü kardeşim okumak istedi, sıkmabaş(!) oldu, irticacı oldu. Bacıma okul-kamu serbest oldu, manşetler “Kaosa 411 el” oldu. Ezan okundu, “E hadi ezan” diyen oldu.

Milletimin saf inançlı ve hassas vatandaşları Filistin’i İsrail’e karşı savunmak üzere olduğunu zannettiği bir yolculuğa çıktı, İsrail ‘in köpekleri herkesin gözü önünde onları vurdu, onlar şehit oldu. Askerdeki kardeşim nöbet tuttu, davasını savunduğunu iddia eden bir köpek, hain bir pusu kurdu, yine benim saf kardeşim şehit oldu. Köyler devlet zoruyla boşaltıldı, dağlar taşlar bombalandı, yüzyıllardır kardeş yaşayan iki topluluk düşman oldu. Alevisi gösteri yaptı, sünnisi vazife çıkardı, otel yaktı, katliam oldu.

Aile sohbetlerinin bile konusu gündem oldu, meclisteki tartışmalar, Fransa’da baskın, Amerika’daki bilmem ne yasasının ülkemize etkileri oldu. Komşu ülkenin iç meselesi bizim öz meselemiz, bir siyasinin özel düşünceleri, özel hayatı “Ne özeli genel bunlar genel” oldu. Çalanın elini kesen kanunları olan ama yüzyıllar boyu neredeyse hiç kullanmak zorunda kalmayan bir milletin evlatları, “Yaptı ama hele bi sor niye” düşüncesini diline dolar oldu. Herşey vatanın birlik ve bütünlüğüne tehdit(!) oldu.

Ama vatanın bir parçasında bayrak indi, o bayrağın diyetini kanıyla ödeyenlerin torunları sus-pus oldu. Ağaçlar söküldü, birileri bundan görev çıkardı, devlet malı talan oldu, obirileri bir yandan da çapulcu(!) oldu, yine o devletin vatandaşı olan polis günlerce uykusuz kaldı, kardeşine saldırmak zorunda oldu. Birisi çıktı mesaj alınmıştır dedi, diğeri çıktı, cevabı “Ne mesajı ya ben hiçbirşey anlamadım” oldu. Biri iyi polis, diğeri kötü polis oldu.

Devrimci kardeşimin beyni yıkandı, canlı bomba oldu, kendisi niyazi, devletin polisi şehit oldu. O devletin polisi canlı bomba yakaladı, kahraman oldu, yine aynı polis hırsıza hırsız dedi, hain oldu, kumpasçı oldu. Biri laik biri şeriatçı oldu, yine o biri dinsiz imansız oldu, kardeş ise kardeşe düşman oldu.

Ormanlar gitti, güzellikler yok oldu, ama bunların hepsi “Yüzyılın projesi” oldu. Bilişim, dünyada at başı gider oldu, Obama “Kendi bilgisayar programınızı kendiniz yazın” dedi, bizim aklı evvel bakanımızın kafası almadı “Bulut diye bişey var, ama çok kafa yormamak lazım” diye sayıklar oldu.

Birileri dün Rahmi Koç, Aydın Doğan, Sakıp Sabancı, bugün Ali Ağaoğlu, bilmem ne Albayrak oldu, benim sade vatandaşım yine sade vatandaşım oldu.

İşin özü, birileri oyun yazdı, birileri oynadı, vatandaşım anca figüran olarak kaldı, olan yine ona oldu. Bugüne kadar hep medya çaldı, iktidarlar ve iktidarların ortakları söyledi, inanan hep gariban halkım oldu. Kim yüceltilmişse onu destekledi, arkasından bıçağı da hemen geldi. Ama birbirine düşenler de hep yine kardeşler oldu.

Yahu kardeşim bu vatan kimin? Nasıl kazanılmış? Düşman kimmiş? Ne zorluklarla bugüne gelinmiş? Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi hepsinin kanı dökülmedi mi? Alevisi, Sünnisi, Süryanisi, Ermenisi hepsi cepheye koşmadı mı? Kimle neyi paylaşamıyoruz? Nereye kadar gidecek bu sürekli didişmeler, düşmanlıklar, çatışmalar? Hiç mi silkelenme ihtiyacı hissetmiyoruz? Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyup da söyleyin içinizden, yahu biz bu halimizle mi Osmanlıyız? Veyahut diğer düşüncedekiler için söyliyim, Atatürk size bize bunu mu bıraktı, vasiyet etti? Bu muydu bizim ecdadımızdan aldığımız ahlak?

Neyi paylaşamadığımızı hiç düşündük mü?
Bu duruma ne zaman ve nasıl düştüğümüzü hiç düşündük mü?
“Ya ama önce o başlattı” düşüncesini hiç kafanızdan atarak karşınızdakini anlamaya çalıştık mı?
“Ne olursa olsun, kim olursa olsun, o da bir insandır” diye hiç aklınızdan geçirebildik mi?

Bu sorulara koca bir HAYIR cevabı veriyorsak o zaman gelin kendimizi lütfen birkaç kez sorguya çekelim. Güzel vatanımızın selameti, geleceği adına herkesten önce biz kendi adımıza ufacık bir adım atalım, olmaz mı? Ayrılıklarımızı değil birlikteliklerimizi konuşmak bu kadar mı zor?

Düşman(!) gördüğünüz o kişilerle sokakta, okulda, kamu dairesinde, askerde, işte, otobüste, dolmuşta, heryerde yanyana değil miyiz?
Aynı havayı solumuyor muyuz?
Aynı kimliğe sahip değil miyiz?
Aynı toprağa ayak basmıyor muyuz?
Aynı kutsala bayrak demiyor muyuz?

O halde ne diye kendimiz gibi düşünmeyen herkesi “Düşman”, “Hain”, “Ajan”, “İmansız”, “Şeriatçı” görüyoruz? Hepimiz insan değil miyiz? Hepimiz bu vatanın evladı değil miyiz? Varsın herkes kendi istediği-inandığı gibi konuşsun, yazsın, yaşasın. Ama başkasına bunu diretmesin, yapmıyor diye yargılamasın, aşağılamasın.

Biri çıkmış, inançlarından dolayı daha hassas olan birini görmüş, ona “Şeriatçı” diyor, ülkeyi ele geçirmeye çalıştıklarını iddia ediyor, “Bu toprakların asıl sahibi biziz” iddiasında bulunuyor. Öbürü de ona karşı çıkıyor, “Dinsiz, imansız” diyor, kin besliyor, elinden gelse tam tersi baskıyı kendisi ona yapacak. Söyler misiniz lütfen, bu iki hastalıklı düşüncenin birbirinden farkı nedir?

Yine biri çıkıyor “Eşit haklar istiyoruz, haklı davamızı(!) savunuyoruz” diyor, dağa çıkıyor, asker öldürüyor, masum köylüleri öldürüyor. Karşısına devlet çıkıyor, dağ-taş bomba olup yağıyor, o yetmiyor köyleri zorla boşaltıyor, insanlara zulüm yapıyor. İki taraf birbirine en adi düşman gözüyle bakıyor. Halbuki bu oyunun kurucuları da yöneticileri de maşaları da hep başkaları ama arada yananları hep aynı değil mi?

Belki siz farkındasınız, belki değilsiniz ama bu vatanın okumuş yetişmiş evlatlarından benim gibi çok sıkılan, neredeyse kaçıp gitme durumunda olan, fırsatını bulduğu anda yurtdışına çıkmak istediğini söyleyen, umutlarıyla oynanmış hisseden insanların sayısı çok ciddi artış gösteriyor. Yakın arkadaşlarımdan büyük bir çoğunluğu yurtdışı iş fırsatlarını araştırıyor.

Sonuç mu?

Eğer birgün herşey için çok geç olmasını istemiyorsak hepimiz üzerimize düşen belli :

SAYGI.. SAYGI.. SAYGI.. SEVGİ..

One thought on “Yeter Artık… Yeter… Yeter…

  1. Enes Demir

    Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) buyurdu ki:

    “Aç insanların yemek kabına üşüştükleri gibi yakında diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir. Dinleyenlerden biri: O gün bizim az oluşumuzdan mı böyle olacaktır?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.): “Bilakis sizler o gün çok olacaksınız, fakat sizler sel üzerinde akıp giden çer-çöp gibi olacaksınız. ALLAH (c.c.) düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacaktır. Sizin kalbinize ise vehn sokacaktır.” buyurdu. Yine dinleyenlerden biri vehn nedir?” deyince Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.) “Dünyayı sevmek ölümden hoşlanmamaktır.” buyurdu.

    Büyük oyun oynanıyor, gündemler belirleniyor, kararlar alınıyor biz ise sadece alınan kararlara uyuyuruz.

    Allah rasulü asırlar öncesinden durumu haber vermiş;

    if(Allah ve Rasulünün Sevgisi < Dünya)
    {
    http://www.ademkalin.com/2015/01/16/yeter-artik-yeter-yeter/
    }

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir